Her Şey Önce Kendimizde Başlar

Zaman zaman arkadaşlar bir araya geliriz. Telaş içinde geçen hayatımızda adeta sıcak bir kahve molasıdır buluşmalarımız. İçten selamlaşmalar, yüzümüzdeki tebessümler, bakışlarımızdaki parıltılar hızla geçen günlerin arasında dostluk adına unutulmaz karelerdir.


Kısa hal hatırdan sonra, dünyadaki savaşlar, ülkedeki siyasal çalkantılar, ekonomik belirsizlikler,  çevre felaketleri gibi konular konuşuldukça muhabbet ortamından tartışma ortamına geçeriz. İçimizdeki sevginin yerini küresel kaygılar alır. Ses tonumuz değişir. İçten içe geriliriz.  Şimdilerde gerilim dediğimiz bir ruh haliyle geleceğimizden endişe duymaya başlarız. Karamsarlık, kötümserlik, çözümsüzlük duyguları ufkumuzu daraltır. Çözemediğimiz bir ruh karmaşası içinde ayrılırız.


Neden bir araya geldiğimizde kendimizden ziyade makro düzeydeki hususları ve açmazları konuşmaya eğilimliyiz diye düşünürüm. Bunun birinci nedeni psikolojiktir. İnsanın kendi sorumluluk alanlarıy ile ilgili olarak problemlerla yüzleşmesi için cesarete ve çözmesi içinde düşünmeye ihtiyacı vardır. Bu ise ruhsal bir direnç ile düşünsel ve bedensel çaba sarf etmeyi gerektirir.


Böyle bir durum karşısında insan daha basit olanı tercih etmeye eğilimlidir. Sorumlu olmadığı bir alanda fikir beyan etmenin dayanılmaz cazibesi ile düzelmesi için düşünsel ve bedensel bir çabanın da zorunda olmaması güzel bir duygudur. Bu durum kendi sorumluluk alanınızdaki problemlerdan kaçmanızı ve çok daha önemliymiş gibi görünen alanlarda filozofik sözler söyleyerek tatmin olmanızı sağlar. 



Makro düzeydeki ilgi hastalığımızın ikinci nedeni televizyon başta olmak suretiyle medya araçlarını bilinçsiz biçimde kullanmamızdır. Zamanımızın büyük dilimi televizyon karşısında geçmektedir. Kendimize, dostlarımıza, akrabalarımıza, yakınlarımıza gereken zamanı ayırmıyoruz. Televizyonun dayattığı haberleri, hayat tarzını daha fazla benimsiyoruz. Kendi duygularımızı tam bilemiyoruz ancak sevdiğimiz dizideki başrol oyuncusunun duygularıyla daha çok ilgileniyoruz. Komşumuzun halini bilmiyoruz ancak sanatçılar arasındaki magazinsel haberlerini daha fazla takip ediyoruz. Kendi hesaplarımızı dengeleyemiyoruz ancak dünyanın ekonomik dalgalanmalarına daha çok duyarlıyız. Arkadaşımıza tebessüm edemiyoruz ancak dünyanın barış ve kardeşliğinden bahsediyoruz.

Çözüm her zaman için vardır.  Ve bu bizim kendi elimizdedir. Hani şahsi gelişim kitaplarında sık anlatılan bir bilgelik hikâye sü vardır. Gencin biri,  bilge bir kişiyi test etmek ve şaşırtmak için,  iki elinin arasına bir kelebek yerleştirerek, bilgeye sorar “Elimin içindeki kelebek canlı mı yoksa ölü müdür? “Genç, bilgenin vereceği yanıta göre,  şayet bilge kişi kelebek canlı derse bastırıp kelebeği öldürecek, eğer ölü derse kelebeğe dokunmadan avucunu açıp gösterecek. Bilge kişi, gencin gözlerinin içine uzun uzun baktıktan sonra yanıt verir: ‘kelebeğin canlı da olması, ölü de olması senin ellerinde evladım”


Dostluğun, sevginin, erdemin, güvenin, bilginin egemen olduğu bir toplumu oluşturmak da kendi ellerimizdedir.  Sorunun çözümü kendimizden başlar. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi bile insanların problemlera ve çözümlere bakış açılarıyla direkt olarak ilgilidir. Bundan sonra sorulacak soru şudur. Kendimizden başlayan çözümün tekniği nedir? Sorumluluk ve etki alanımızdaki ilk öncerimizi nasıl saptamamiz gerekir?

İnsan davranışları önce beyinde başlar. Davranışlarımızla yakın çevremiz, ülkemiz ve insanlık ailesi hakkında sorumluluklarımız ve etkileşimlerimiz olur. İnsandan başlayan ve evreni etkileyen davranışlarımız olduğu gibi evrenden başlayan ve bizi etkileyen olaylar vardır. Togore “ Bir yıldızı rahatsız etmeden bir çiçeği koparamazsınız” der. Evrende her şeyin uyumlu bir bütünlük ve birbiriyle etkileşim içinde olduğunu anlatır. Burada üzerinde duracağımız husus, sorumluluk ve etki alanımızdan başlayarak evrendeki en geniş halkalara kadar uzanan ilgi ve bilgi alanımıza doğru pozitif değişimi gerçekleştirmektir.


Nasıl ki en uzun yolculuğa bile ilk adımla başlarız. Bu değişimde beynimizde başlayan bir süreçtir. “Küçük işleri yapmak büyük işleri yapabilmeye giden yoldur.” Sözü hepimizin malumudur.
Etki alanımızdaki görevleri yerine getirerek ilgi alanımızdaki sahayı da etkilemeye başlarız. Konfüçyüs’ün dediği gibi “Herkes evinin önünü temizlerse sokak temiz olur.” Sokaklar temiz olursa, kent temiz olur. Şehirler olursa dünya temiz olur. Herkes süpürsün benimki arada kaynar diye düşünürseniz bilin ki herkes öyle düşünecektir.  Doğru olumlu bir iş yaparken sağınıza solunuza bakmadan bir yazarın dediği gibi  “Ben yoksam kimse yok” diye hareket etmek gerekir.


Mutluluğumuzun sırrı da etki alanı içinde yapabileceğimiz şeyleri yapmaktan geçiyor. O zaman arzularımizin ve iç dünyamızın dış dünyada yansıdığını görmemiz mümkün olur. Dünyadaki pozitif değişimin aktörü olma duygusu, dünyada var olduğumuzu ve önemli olduğumuzu hissetmemizi sağlar. Dış dünya ile iç dünyamız arasındaki ahenksuzluk ortadan kalkar.


Aksi takdirde;  hem dünyanın temiz olması istemek hem de evinin önünü süpürmemek bir çeşit akıl maluliyetidir. Hem dünya barışını istemek hem de arkadaşına tebessüm edememek mantıktan uzak olmaktır. Hem görevini hakkıyla yapmamak hem de ülkede doğru dürüst bir düzen istemek haksız bir taleptir. Tolstoy’da “Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor ancak kimse kendini değiştirmesi gerektiğini düşünmüyor.” diyerek bu husustaki çelişkimize dikkat çeker.


Bir düşünürün sözleri galiba yazımızın özetini sunuyor. “Genç iken dünyayı değiştirmeyi hayal ederdim. Olgunlaştığımda dünyanın değişmeyeceğini fark ettim, böylelikle ülkemi değiştirmeye karar verdim. Bir süre çabaladıktan sonra bunun da önceki gibi imkânsız olduğunu anladım. İleri yaşlarımdaysa ailemi değiştirmeye çalıştım ancak eskiden nasılsalar öyle kalmayı sürdürdüler.


Şimdi, ölüm döşeğinde asıl görevimin kendimi değiştirmek olması gerektiğini keşfettim. Eğer bunu yapmış olsaydım, ailemi değiştirmeyi de başarabilirdim. Ve biraz şansın da sayesinde bu değişim belki de ülkemi ve hatta kim bilir, bütün dünyayı etkileyebilirdi.”


Evet, uzaklarda aradığımız mutluluğun sırrı kendi içimizde saklanıyor. Kendimizden başlayan pozitif değişmeyle dünyanın hoş değişimine katkıda bulunabiliriz. Yoksa “Ne olacak bu memleketin hali! Ne olacak bu dünyanın hali! “ diye bizim ağladığımız, gelişmiş ülkelerin seyrederek, güldüğü bu tiyatroyu kendi kendimize oynar dururuz.

Yorumlar

Popüler Yayınlar